26 Eylül 2012 Çarşamba

Belki, keşke, sanki...

'Birşeyler mutlaka değişir!' umuduyla uyanıyorum her sabah. 
Belki bugün çok düşünmem, belki bugün bana mail atmadığı için üzülmem, belki bugün bana mail atmadığı için ona suçlayıcı mailler atmam, belki bugün bana attığı maile inanıp gülümsemem, belki bugün bana mail atmasını umut etmem... Belki, belki, belki...
'Belki' ve 'Keşke'lerimin hiç tükenmediği aciz yaşamımda 'Oh be'lere hiç yer ayıramamışım sanki. Bir de 'Sanki'ler var tabi...
Sanki çok sevmiş beni, sanki gerçekten sevmiş, sanki en güzel günleri yaşamışız beraber, sanki beni 'Asla tipim değil' dediği bir kadınla aldatmamış, sanki beni aldattığı ve hiç tipi olmayan o kadınla evlenmemiş, sanki aylarca benden evlendiğini saklayarak hala bana umut vermeye devam etmemiş, sanki 'Hayatımın en büyük hatasını yaptım, seni kaybettim, şimdi de bunun cezasını çekiyorum, çok mutsuzum' diyerek dürüst bir adam olmuş... 
O kadar nefret ediyorum ki bazen ondan, tarif edemiyorum o nefret duygusunu. Ama o anlarda bile içimde bir yerlerde sevgimi hissediyorum. 
Hala en büyük mazeretim benim o sevgi, bana unut artık diyenlere.
'Ama ben çok güzel sevdim.'
Nefretin, sevginin bir adım öne geçeceği günü bekliyorum sabırla.
O gün geldiğinde, tüm o 'belki'leri yakıp, 'keşke'leri saklayıp, 'sanki'leri çöpe atacağım...
Tam da o gün; yeniden başlayacağım...

18 Eylül 2012 Salı

Algıda Tehlike

Birşey yapmalı diyerek çıktığım yolda geldiğim noktadır burası.
140 karakterle sınırlı düşünceleri paylaşmaya izin veren sosyal paylaşım sitesindeki başarısız iç dökme seansından sonra belki de doğru olan burası.
Beni yazmam için teşvik etmelerinin yanı sıra, duygularım yüzünden yapabilseler beni bir kaşık suda boğmaya hevesli 2 kuzene teşekkürler...
Tabi benimki de bir nevi yanlış anlama.
Kuzenler ister ki yazayım, içimi dökeyim, yazarak içimdeki bu illetten kurtulayım.
Ama benim bundan anladığım: yaz; yaz ki birgün hayalinin gerçekleşeceğine dair umudunu hiç yitirme, anılarını canlı tut ve onu asla unutma!!!...
Algıda seçicilik bu olsa gerek...
Sanırım benimki aslında algıda şaşkınlık...
Bazen hak veriyorum herkese. Evet diyorum, bitirmeliyim. Adımdan bile emin olmadığım kadar emin oluyorum onu unutmam gerektiğinden.
Bazen de kıyamıyorum işte. Herşeyi geçtim, ben çok güzel sevdim...
Ben onu bırakmadan, o beni bıraksa da beni bu dertten kurtarsa....

17 Eylül 2012 Pazartesi

Uçurum

'Bak ne kadar da güzel herşey.' dedi, eliyle sonsuzluğu gösterir gibi etrafında dönerek. 
Uçsuz bucaksız yeşilliğin ortasındaydık. Kendiliğinden oluşmuş rengarenk çiçekler vardı.
Başımın üzeri masmavi. Sanki gökyüzü benim seviyeme inmişti. 
'Bak!' dedi yine, 'en sevdiğin mavi.' 
En sevdiğim maviydi gökyüzü. Huzurun sonsuzluğu. En güzel yeşildi çimler. Dinginliğin simgesi.
Kendince huzurluydu. Benim için en güzel hayatı seçmişti çünkü. 
'Bak!' dedi. 'Sonsuz mavi, sonsuz yeşil. Tam istediğin gibi. Sen bunu hakediyorsun. Bu hayatı hakediyorsun. Herşey senin iyiliğin için. Hayatını kirletmeye hakkım yok. Hayatında bana yer yok.'
Yüzü bana dönük, acılı bir gülümsemeyle uzaklaşmaya başladı.
'Senin hayatın bu olmalı. Sonsuz huzur olmalı. Burası senin, senin hayatın. Nefes al ve yaşadığını hisset.'
Yavaş yavaş uzaklaşırken söylediği ve artık onunla özdeşleştiğini düşündüğüm cümle yankılanıyordu sonsuzda...
'Ben seni haketmiyorum, ben seni haketmiyorum...'
Sonsuzda giderek küçülmesini izlerken, 'Ama ben seni hakediyorum.' diye fısıldadım. Duymadı...
Kendince güzel bir dünya yaratmıştı bana. Sonsuz yeşil, başımın hemen üzerinde sonsuz mavi. İçi rahattı, huzurluydu. Mutluluğunu doya doya yaşayabilmesi için bana güzel bir dünya yaratarak beni oraya hapsetmesi gerekiyordu ve yaptı...
Sonsuzda kaybolmadan önce duyduğum son şey 'haketmiyorum' oldu.
Bana yarattığı dünyada beni bırakarak gitti...
Gökyüzü benim seviyeme inmemişti, bana gökyüzünde bir dünya yaratmıştı. 
Sonsuz yeşilin sonu ise uçurumdu...
Asla bilmedi...